Resmi Olmayan İktisat Tarihimiz-I
1 sayfadaki 1 sayfası
Resmi Olmayan İktisat Tarihimiz-I
RESMİ OLMAYAN İKTİSAT TARİHİMİZ – I
Mustafa ÇELİK
İktisat Y.Lisans
Politika gerçekte hem bir çatışma ve iktidar kavgasıdır, hem de toplumun bütün üyelerinin yararına olabilecek bir düzen yaratma aracıdır.(DUVERGER, Maurice). Dolayısı ile sürekli bir düşünsel üretim yapılır.
Bir üretim sürecinde ileriye yönelik tahminleme yapabilmek için elimizde geçmiş verilerden hareketle elde ettiğimiz tahmini bir değer, bugünkü mevcut durumumuz hakkında bilgi gereklidir. Elde ettiğimiz bu bilgiler kapsamında planlama yapılabilir, aksi takdirde yapılan tahminleme nesnellikten uzak kalacaktır.
Bir düzenin üç sacayağı vardır: Siyaset, sosyal politika ve iktisadi politikalardır. Bunlardan iktisadi politika altyapı unsuru, siyaset ve sosyal politika ise üstyapı unsurudur. Toplumsal dönüşümlerin ilk aşamasında üstyapı altyapı üzerine kurulur fakat ilerleyen süreçlerde üstyapının altyapıyı dönüştürücü etkisi vardır. İktisadi politikanın düzenin temelini oluşturması nedeniyle önemi açıktır. İktisadi politikanın stratejik bir plan çerçevesinde yürütülebilmesi için düşünsel üretim süreci için gerekli olan aşamaların nesnel olarak değerlendirilmesi gereklidir.
Bu yazı dizisinde Osmanlı “İmparatorluğu” döneminden itibaren geçirdiğimiz değişimin sadece sosyal politika düzeyinde kaldığını göstermeyecek, iktisadi düzeyde içinde bulunduğumuz “Kasırga hortumunda savrulma” terimi ile nasıl karşı karşıya geldiğimizin bir fotoğrafını çekeceğiz.
1) 1838 Öncesi Dönem
Baltalimanı Anlaşmaları’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü bir ekonomik düzeni ve ticari işleyişi vardı. İç ticaret Osmanlı tebaasına aitti. Yabancı tüccar, iç ticarete girip rekabet edemezdi. Birçok malın alım-satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı, yerel unsurların tekeline verilmişti(yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç ürünlerde değil, dışalım mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten devletin önemli gelirleri vardı. Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat tezkeresini gerektiriyordu. Bu da vergiye tabiydi. Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nın imzalandığı 1838 yılında, Osmanlı imparatorluğunun dış borcu yoktu.
2) 1839 ve Sonrası Dönem
i) Baltalimanı Anlaşması
Osmanlı Devleti 1826'dan beri yerli ham maddelerin yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem İngiltere'nin çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlılara baskı yapıyorlardı. Dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak İngilizlere ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir antlaşmayı Baltalimanı'nda kendisine ait olan yalısında imzaladı. Antlaşma 8 Ekim 1838’de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından onaylandı.
Bu antlaşmanın bazı maddeleri şunlardır
1. Tekel sistemi kaldırıldı.
2. İç ticarete Osmanlı vatandaşları yanı sıra İngilizlerin de katılması öngörüldü.
3. İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip oldular.
4. Transit resmi kaldırıldı.
5. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Böylece İngiltere vatandaşları Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdi.
1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmalar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz'le de imzalandı. Bu antlaşmalar kapitülasyon sistemini sağlamlaştırdı, Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu. Osmanlı Devleti'nin diğer devletlere borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı.
Yapılan bu anlaşma ile Osmanlı dışa karşı herhangi bir koruma önlemi alınmadan, Avrupa’nın açık pazarı haline getirildi. Bu anlaşma İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston tarafından şaheser olarak nitelendirilmiş, İstanbul büyükelçiliğine şu buyruk verilmişti: “Serbest ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi önemli gelişme gösterecek. Osmanlı bu anlaşmayı uygulamakla, Batı uygarlığına girecek. Gereken kişilere bunu anlat.” (Türkiye’nin Düzeni, D.Avcıoğlu).
Tablo1 Britanya’da Korumacılık
(Net İthalat Değerlerinin Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri)
YILLAR 1821-25 1826-30 1831-35 1836-40 1841-45 1846-50
Britanya 53,1 47,2 40,5 30,9 32,2 25,3
Tablo1’e baktığımızda Palmerston’un kendi ülkesindeki tarifelerden bihaber olduğu veya söylemlerinin ne derece sinsice gerçekleştirdiği seçimi okuyucuya bırakılmıştır…
ii) Tanzimat Fermanı: Gülhane Hattı Hümayunu
Altyapı unsuru olan iktisadi politikanın, üstyapı unsurları olan siyaseti ve sosyal politikayı belirleme etkisinden söz etmiştik. 1838 Baltalimanı Anlaşması ile getirilen yarı-sömürge ekonomisi, kendisi için yeni bir sosyal ve siyasal düzen var etmeliydi. Bunun da ilk adımı Tanzimat Fermanı ile gerçekleşti(3 Kasım 1839). Tanzimat Fermanı’nın ilanında etkin olan Mustafa Reşit Paşa, 16 yaşındaki Abdülmecit’i kandırma başarısı göstermiştir. Bu Ferman’ın maddelerini özetleyecek olursak:
Kimse mahkeme kararı olmadan ölüm cezası veremeyecek ve sürgüne gönderemeyecektir.
Vergi toplamada Hristiyan-Müslüman farkı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktır.
Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hristiyanlar devlet memuru olabilecektir.
Burada eleştiri getirilen nokta sadece eşitlikten yana olmasıdır yani “ağırlıklandırılmış eşitlik” ten yana olunmamasıdır. Gayri Müslim tebaa askere gitmiyor, dolayısı ile tüm güçlerini zenginleşmek için harcıyorlardı, ayrıca ülke ticaretinin büyük bir yoğunluğu da onların elindeydi. Bu eksende “ağırlıklandırılmış eşitlik” ten uzak, tamamen bir tarafı “daha” çok el üstüne çıkaran, yarı-sömürgeci bir zihniyetin ürünüdür.
Şimdi de yapılan bu anlaşmaların ve fermanların etkilerini inceleyerek ağırlıklandırılmamış eşitliğin mutlak eşitlik olmadığını birkaç örnekle görelim:
• 1812 yılında Tırnova’da 2000 müslin tezgâh sayısı 1843 yılında 200’e düşmüştür.
• Diyarbakır kadife ve saten ürünleri, Bursa ipeklileri eski üretimlerinin %10’una inmiştir.
• Yün dokumacılığında köylerde korunamayan basit tezgâhların yerli üretimden çekilmesiyle 1855’e gelindiğinde yalnızca İngiltere’den yünlü dışalımı, 1825’e göre 1700 kat artmıştır.
• Bursa’da 1840 yılında 1000 tezgâhtan(25 bin okka), 1847 yılında 75 tezgâha(4 bin okka) düşülmüştür.
• 1838’den 1868’e kadar
o Üsküdar’daki kumaşçı tezgâhları 2750’den 25’e,
o Kemhacı(ipek ve kadife üreticisi) tezgâhları 350’den 4’e,
o Çatma yastıkçı tezgâhları 60’dan 8’e inmiştir.
• Basit iş aletleri ve bıçakçılık alanında ithalat 700 kat artmıştır.
• Daha öncesinde Anadolu’da işleyen 82 maden ocağı 14’e düşmüştür.
• 1808 yılında Tokat’ta üretilen 500 bin okkalık kalay üretimi, İngiltere’den yapılan 28900 İngiliz liralık dışalım yüzünden durmuştur.
• 1825 ile 1855 arasında yalnızca İngiltere’den yapılan dışalımda demir %1450, kömür ise %9660 oranında artmıştır.
Bu durumun doğal sonucu olarak dış ticaret açığı ortaya çıkmıştır. Tablo2’den de görüleceği üzere ödeme sınırlarını aşan borçlanma, mali açıdan dışa bağlanma ve siyasal bağımsızlığın yitirilmesi sonucunu doğurdu.
Tablo2 1838 ve 1853 yıllarındaki ithalat-ihracat değerleri
Yıllar İhracat(milyon sterlin) İthalat(milyon sterlin) Karşılama Oranı(%)
1838 1,81 3,85 47
1853 2,58 8,95 29
Kırım Savaşı’nın Osmanlı Maliyesi’ne olan yükü 1853 Mayıs’ından 1856 Eylül’üne kadarki dönemde 11 milyon 200 bin sterline ulaşmıştı. Yanı sıra bütçede oluşan açığın tutarı ise 5 milyon 800 bini bulmuştur. Bu durum ise artık dış borcun alınmasını kaçınılmaz bir çare olarak görülmesine neden olmuştur
1854’te Mustafa Reşit Paşa sadrazamlığında alınan 3 milyon sterlin tutarında ve %6 faizli ilk borcun güvencesi Mısır cizye gelirleri, Suriye ve İzmir gümrük gelirleridir.
iii) Islahat Fermanı
Bu günkü IMF politikalarının aynısı geçmişte de uygulanmıştır. İktisadi olarak yarı-sömürgeleştirilen Osmanlı’ya öneri adı altında dayatmalar işbirlikçileri tarafından “modernizm” başlığıyla ileri sürülmüştü. Islahat Fermanı ile Tanzimat Fermanı’na ek olarak İltizam Sistemi kaldırılmış, yabancı uyruklulara mülk edinme hakkı tanınmış, insan hakları* konusunda tavsiyelerde bulunulmuş, yabancı uyruklular ve gayri-müslimler için ayrı mahkeme ve ayrı eğitim sistemi(yabancı devletlerden getirilen “öğretmenlerle”) maddeleri eklenmiştir.
Islahat Fermanı’nın doğal sonucu olarak ülke de etnik milliyetçilik gelişmiş, sonuç olarak de bu günkü 120 bin km2’lik alanda “ümmetçilik” ülküsü etrafında birleşmiş halklar Osmanlı imparatorluğunun farklı bir formasyonu olarak birlikte yaşamaya devam etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, 1876 ya geldiğinde gelirinin %76’sını dış borç ödemesine ayırmıştı. Dış borç toplamı ise 150 milyon anapara, 61 milyonu faiz olmak üzere toplam 211 milyon sterlindi. Fakat işbirlikçi anlaşmalar yüzünden borcun yalnızca %53’ü hazineye girmiştir. Karşılama oranının sürekli tempo kaybı sonucu 1875’te Osmanlı iflasını duyurmuş, alacaklılar 1881’de meşhur Duyun-u Umumiye’yi kurmuşlardır. Amaç, alacaklıların borçlarını devlet gelirlerinden bazılar ile direkt ödemekti. Bu gelirlerden en önemlisi olan tütün gelirleri için, baskı üzerine tekel oluşturmak üzere Tütün Reji’si adıyla bir şirket kuruldu. Rejinin tütünü çok düşük fiyattan alıp(10 kuruş), yüksek karla satması(35 kuruş) halkta kaçakçılık sonucunu doğurdu. Bu yüzden çıkan çatışmalarda Reji korucuları binlerce köylüyü öldürdü.(Bu günkü Tütün Yasası)
iv) Jön-Türkler Dönemi
1908’de darbe niteliğinde bir eylemle başa gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Maliye Nazırı Cavit Bey’in “Yabancı sermayeye, başlamış olduğumuz işleri bitirmek için gereksinmekteyiz. Parayı, onu bize en karlı koşullarla veren yerden alıyoruz ve bu konuda bizde herhangi bir kararsızlık olamaz. Sermayenin yurdu, gelmiş olduğu ülke değil, yöneldiği ülkedir.” sözünden de anlaşıldığı üzere İttihat ve Terakki niyetini, 1908–1914 arasında imzaladığı 49,4 milyon liralık kredi anlaşmaları ile belli etmiştir.
1 Kasım 1914’te dış borçları 143 milyon lira, faizi ve ödenmemiş borç ise 9 milyon olmak üzere toplam 152 milyon liradır. Gelirin 26-27 milyon lira olduğu düşünülünce iflasın kaçınılmaz olduğu gözüküyordu. Nitekim 1914 Nisan’ında Cevat Bey’in “ Bize felaket getiren derslerden yararlanmalı ve eğer yaşamak istiyorsak yabancılara daha fazla başvurmamalıyız. Bundan böyle bütçe açığını kapatmak için dış kredi sağlamanın tarihe karışması gereklidir” açıklaması durumun ne derece farkına varıldığını geç de olsa gösteriyor. Fakat işbirlikçi retoriğin niteliğinin, dış borçların 1914’te 152 milyon iken Dünya Savaşı’nda 465,7 milyona çıkmasıyla ne derece gerçekçi olduğunun bir daha düşünülmesi gerekir.
Sonuç Yerine
Özet olarak, bu dönemde içerdeki bir takım işbirlikçilerle imparatorluk bazı anlaşmacıklarla iflasa sürüklenmiş ve fermancıklarla parçalanmaya gitmiştir. Değişim dinamiğini kendi halkı ihtiyaçlarına göre değil de, dayatma ile dış unsurlardan almanın ne gibi zararlar doğuracağı ortadadır. Maalesef ki günümüz Türkiye’si halka, seçim palavrası dışında kulak tıkama, insan hakları gibi özlük haklarını dışarıdan ithal etmeye zorunlu olma politikasını devam ettirmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleştirilmesi, A.D. NONİÇEV
Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005, Metin AYDOĞAN
Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Ha-Joon CHANG
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye geçiş sürecine kadarki dönem özet olarak incelenmiştir. Bir sonraki sayıda Genç Türkiye’nin kırılma dönemleri ele alınacaktır.
Mustafa ÇELİK
İktisat Y.Lisans
Politika gerçekte hem bir çatışma ve iktidar kavgasıdır, hem de toplumun bütün üyelerinin yararına olabilecek bir düzen yaratma aracıdır.(DUVERGER, Maurice). Dolayısı ile sürekli bir düşünsel üretim yapılır.
Bir üretim sürecinde ileriye yönelik tahminleme yapabilmek için elimizde geçmiş verilerden hareketle elde ettiğimiz tahmini bir değer, bugünkü mevcut durumumuz hakkında bilgi gereklidir. Elde ettiğimiz bu bilgiler kapsamında planlama yapılabilir, aksi takdirde yapılan tahminleme nesnellikten uzak kalacaktır.
Bir düzenin üç sacayağı vardır: Siyaset, sosyal politika ve iktisadi politikalardır. Bunlardan iktisadi politika altyapı unsuru, siyaset ve sosyal politika ise üstyapı unsurudur. Toplumsal dönüşümlerin ilk aşamasında üstyapı altyapı üzerine kurulur fakat ilerleyen süreçlerde üstyapının altyapıyı dönüştürücü etkisi vardır. İktisadi politikanın düzenin temelini oluşturması nedeniyle önemi açıktır. İktisadi politikanın stratejik bir plan çerçevesinde yürütülebilmesi için düşünsel üretim süreci için gerekli olan aşamaların nesnel olarak değerlendirilmesi gereklidir.
Bu yazı dizisinde Osmanlı “İmparatorluğu” döneminden itibaren geçirdiğimiz değişimin sadece sosyal politika düzeyinde kaldığını göstermeyecek, iktisadi düzeyde içinde bulunduğumuz “Kasırga hortumunda savrulma” terimi ile nasıl karşı karşıya geldiğimizin bir fotoğrafını çekeceğiz.
1) 1838 Öncesi Dönem
Baltalimanı Anlaşmaları’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü bir ekonomik düzeni ve ticari işleyişi vardı. İç ticaret Osmanlı tebaasına aitti. Yabancı tüccar, iç ticarete girip rekabet edemezdi. Birçok malın alım-satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı, yerel unsurların tekeline verilmişti(yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç ürünlerde değil, dışalım mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten devletin önemli gelirleri vardı. Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat tezkeresini gerektiriyordu. Bu da vergiye tabiydi. Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’nın imzalandığı 1838 yılında, Osmanlı imparatorluğunun dış borcu yoktu.
2) 1839 ve Sonrası Dönem
i) Baltalimanı Anlaşması
Osmanlı Devleti 1826'dan beri yerli ham maddelerin yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem İngiltere'nin çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlılara baskı yapıyorlardı. Dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak İngilizlere ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir antlaşmayı Baltalimanı'nda kendisine ait olan yalısında imzaladı. Antlaşma 8 Ekim 1838’de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından onaylandı.
Bu antlaşmanın bazı maddeleri şunlardır
1. Tekel sistemi kaldırıldı.
2. İç ticarete Osmanlı vatandaşları yanı sıra İngilizlerin de katılması öngörüldü.
3. İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip oldular.
4. Transit resmi kaldırıldı.
5. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Böylece İngiltere vatandaşları Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdi.
1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmalar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz'le de imzalandı. Bu antlaşmalar kapitülasyon sistemini sağlamlaştırdı, Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu. Osmanlı Devleti'nin diğer devletlere borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı.
Yapılan bu anlaşma ile Osmanlı dışa karşı herhangi bir koruma önlemi alınmadan, Avrupa’nın açık pazarı haline getirildi. Bu anlaşma İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston tarafından şaheser olarak nitelendirilmiş, İstanbul büyükelçiliğine şu buyruk verilmişti: “Serbest ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi önemli gelişme gösterecek. Osmanlı bu anlaşmayı uygulamakla, Batı uygarlığına girecek. Gereken kişilere bunu anlat.” (Türkiye’nin Düzeni, D.Avcıoğlu).
Tablo1 Britanya’da Korumacılık
(Net İthalat Değerlerinin Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri)
YILLAR 1821-25 1826-30 1831-35 1836-40 1841-45 1846-50
Britanya 53,1 47,2 40,5 30,9 32,2 25,3
Tablo1’e baktığımızda Palmerston’un kendi ülkesindeki tarifelerden bihaber olduğu veya söylemlerinin ne derece sinsice gerçekleştirdiği seçimi okuyucuya bırakılmıştır…
ii) Tanzimat Fermanı: Gülhane Hattı Hümayunu
Altyapı unsuru olan iktisadi politikanın, üstyapı unsurları olan siyaseti ve sosyal politikayı belirleme etkisinden söz etmiştik. 1838 Baltalimanı Anlaşması ile getirilen yarı-sömürge ekonomisi, kendisi için yeni bir sosyal ve siyasal düzen var etmeliydi. Bunun da ilk adımı Tanzimat Fermanı ile gerçekleşti(3 Kasım 1839). Tanzimat Fermanı’nın ilanında etkin olan Mustafa Reşit Paşa, 16 yaşındaki Abdülmecit’i kandırma başarısı göstermiştir. Bu Ferman’ın maddelerini özetleyecek olursak:
Kimse mahkeme kararı olmadan ölüm cezası veremeyecek ve sürgüne gönderemeyecektir.
Vergi toplamada Hristiyan-Müslüman farkı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktır.
Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hristiyanlar devlet memuru olabilecektir.
Burada eleştiri getirilen nokta sadece eşitlikten yana olmasıdır yani “ağırlıklandırılmış eşitlik” ten yana olunmamasıdır. Gayri Müslim tebaa askere gitmiyor, dolayısı ile tüm güçlerini zenginleşmek için harcıyorlardı, ayrıca ülke ticaretinin büyük bir yoğunluğu da onların elindeydi. Bu eksende “ağırlıklandırılmış eşitlik” ten uzak, tamamen bir tarafı “daha” çok el üstüne çıkaran, yarı-sömürgeci bir zihniyetin ürünüdür.
Şimdi de yapılan bu anlaşmaların ve fermanların etkilerini inceleyerek ağırlıklandırılmamış eşitliğin mutlak eşitlik olmadığını birkaç örnekle görelim:
• 1812 yılında Tırnova’da 2000 müslin tezgâh sayısı 1843 yılında 200’e düşmüştür.
• Diyarbakır kadife ve saten ürünleri, Bursa ipeklileri eski üretimlerinin %10’una inmiştir.
• Yün dokumacılığında köylerde korunamayan basit tezgâhların yerli üretimden çekilmesiyle 1855’e gelindiğinde yalnızca İngiltere’den yünlü dışalımı, 1825’e göre 1700 kat artmıştır.
• Bursa’da 1840 yılında 1000 tezgâhtan(25 bin okka), 1847 yılında 75 tezgâha(4 bin okka) düşülmüştür.
• 1838’den 1868’e kadar
o Üsküdar’daki kumaşçı tezgâhları 2750’den 25’e,
o Kemhacı(ipek ve kadife üreticisi) tezgâhları 350’den 4’e,
o Çatma yastıkçı tezgâhları 60’dan 8’e inmiştir.
• Basit iş aletleri ve bıçakçılık alanında ithalat 700 kat artmıştır.
• Daha öncesinde Anadolu’da işleyen 82 maden ocağı 14’e düşmüştür.
• 1808 yılında Tokat’ta üretilen 500 bin okkalık kalay üretimi, İngiltere’den yapılan 28900 İngiliz liralık dışalım yüzünden durmuştur.
• 1825 ile 1855 arasında yalnızca İngiltere’den yapılan dışalımda demir %1450, kömür ise %9660 oranında artmıştır.
Bu durumun doğal sonucu olarak dış ticaret açığı ortaya çıkmıştır. Tablo2’den de görüleceği üzere ödeme sınırlarını aşan borçlanma, mali açıdan dışa bağlanma ve siyasal bağımsızlığın yitirilmesi sonucunu doğurdu.
Tablo2 1838 ve 1853 yıllarındaki ithalat-ihracat değerleri
Yıllar İhracat(milyon sterlin) İthalat(milyon sterlin) Karşılama Oranı(%)
1838 1,81 3,85 47
1853 2,58 8,95 29
Kırım Savaşı’nın Osmanlı Maliyesi’ne olan yükü 1853 Mayıs’ından 1856 Eylül’üne kadarki dönemde 11 milyon 200 bin sterline ulaşmıştı. Yanı sıra bütçede oluşan açığın tutarı ise 5 milyon 800 bini bulmuştur. Bu durum ise artık dış borcun alınmasını kaçınılmaz bir çare olarak görülmesine neden olmuştur
1854’te Mustafa Reşit Paşa sadrazamlığında alınan 3 milyon sterlin tutarında ve %6 faizli ilk borcun güvencesi Mısır cizye gelirleri, Suriye ve İzmir gümrük gelirleridir.
iii) Islahat Fermanı
Bu günkü IMF politikalarının aynısı geçmişte de uygulanmıştır. İktisadi olarak yarı-sömürgeleştirilen Osmanlı’ya öneri adı altında dayatmalar işbirlikçileri tarafından “modernizm” başlığıyla ileri sürülmüştü. Islahat Fermanı ile Tanzimat Fermanı’na ek olarak İltizam Sistemi kaldırılmış, yabancı uyruklulara mülk edinme hakkı tanınmış, insan hakları* konusunda tavsiyelerde bulunulmuş, yabancı uyruklular ve gayri-müslimler için ayrı mahkeme ve ayrı eğitim sistemi(yabancı devletlerden getirilen “öğretmenlerle”) maddeleri eklenmiştir.
Islahat Fermanı’nın doğal sonucu olarak ülke de etnik milliyetçilik gelişmiş, sonuç olarak de bu günkü 120 bin km2’lik alanda “ümmetçilik” ülküsü etrafında birleşmiş halklar Osmanlı imparatorluğunun farklı bir formasyonu olarak birlikte yaşamaya devam etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, 1876 ya geldiğinde gelirinin %76’sını dış borç ödemesine ayırmıştı. Dış borç toplamı ise 150 milyon anapara, 61 milyonu faiz olmak üzere toplam 211 milyon sterlindi. Fakat işbirlikçi anlaşmalar yüzünden borcun yalnızca %53’ü hazineye girmiştir. Karşılama oranının sürekli tempo kaybı sonucu 1875’te Osmanlı iflasını duyurmuş, alacaklılar 1881’de meşhur Duyun-u Umumiye’yi kurmuşlardır. Amaç, alacaklıların borçlarını devlet gelirlerinden bazılar ile direkt ödemekti. Bu gelirlerden en önemlisi olan tütün gelirleri için, baskı üzerine tekel oluşturmak üzere Tütün Reji’si adıyla bir şirket kuruldu. Rejinin tütünü çok düşük fiyattan alıp(10 kuruş), yüksek karla satması(35 kuruş) halkta kaçakçılık sonucunu doğurdu. Bu yüzden çıkan çatışmalarda Reji korucuları binlerce köylüyü öldürdü.(Bu günkü Tütün Yasası)
iv) Jön-Türkler Dönemi
1908’de darbe niteliğinde bir eylemle başa gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Maliye Nazırı Cavit Bey’in “Yabancı sermayeye, başlamış olduğumuz işleri bitirmek için gereksinmekteyiz. Parayı, onu bize en karlı koşullarla veren yerden alıyoruz ve bu konuda bizde herhangi bir kararsızlık olamaz. Sermayenin yurdu, gelmiş olduğu ülke değil, yöneldiği ülkedir.” sözünden de anlaşıldığı üzere İttihat ve Terakki niyetini, 1908–1914 arasında imzaladığı 49,4 milyon liralık kredi anlaşmaları ile belli etmiştir.
1 Kasım 1914’te dış borçları 143 milyon lira, faizi ve ödenmemiş borç ise 9 milyon olmak üzere toplam 152 milyon liradır. Gelirin 26-27 milyon lira olduğu düşünülünce iflasın kaçınılmaz olduğu gözüküyordu. Nitekim 1914 Nisan’ında Cevat Bey’in “ Bize felaket getiren derslerden yararlanmalı ve eğer yaşamak istiyorsak yabancılara daha fazla başvurmamalıyız. Bundan böyle bütçe açığını kapatmak için dış kredi sağlamanın tarihe karışması gereklidir” açıklaması durumun ne derece farkına varıldığını geç de olsa gösteriyor. Fakat işbirlikçi retoriğin niteliğinin, dış borçların 1914’te 152 milyon iken Dünya Savaşı’nda 465,7 milyona çıkmasıyla ne derece gerçekçi olduğunun bir daha düşünülmesi gerekir.
Sonuç Yerine
Özet olarak, bu dönemde içerdeki bir takım işbirlikçilerle imparatorluk bazı anlaşmacıklarla iflasa sürüklenmiş ve fermancıklarla parçalanmaya gitmiştir. Değişim dinamiğini kendi halkı ihtiyaçlarına göre değil de, dayatma ile dış unsurlardan almanın ne gibi zararlar doğuracağı ortadadır. Maalesef ki günümüz Türkiye’si halka, seçim palavrası dışında kulak tıkama, insan hakları gibi özlük haklarını dışarıdan ithal etmeye zorunlu olma politikasını devam ettirmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleştirilmesi, A.D. NONİÇEV
Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005, Metin AYDOĞAN
Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Ha-Joon CHANG
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye geçiş sürecine kadarki dönem özet olarak incelenmiştir. Bir sonraki sayıda Genç Türkiye’nin kırılma dönemleri ele alınacaktır.
bilurvan- Mesaj Sayısı : 21
Kayıt tarihi : 08/03/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz