MİLLİYETÇİLİK-DERYA DEMİRLER
1 sayfadaki 1 sayfası
MİLLİYETÇİLİK-DERYA DEMİRLER
Milliyetçilik Nasıl Bir Çimento?
Derya Demirler / 22 Haziran 2007
TESEV Demokratikleşme Programı Program Asistanı Derya Demirler'in bu yazısı, 22 Haziran 2007 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde yayımlanmıştır.
Milliyetçiliğe her zaman "devletin bekasına yönelik tehditler" karşısında başvuruluyor. Bu tehditler ise hep aynı: irtica, bölünme
Özellikle son on yıldır sosyal bilimlerin gözde konularından biri olan milliyetçilik üzerine bugüne kadar çok sayıda teori ve söz üretildi. Milliyetçiliğin bir ideoloji olarak birbirinden çok farklı tarihleri, kültürleri, dertleri, hayalleri olan bireyleri bir arada tutmak için bir çimento işlevi gördüğü argümanının bu teorileri birleştiren bir ön kabul olduğu söylenebilir. Bir yanda toplumu birleştirici niteliğine vurgu yapılarak arkasında durulan milliyetçiliğe, öte yanda toplumsal anomalileri veya infial hallerini açıklamak için başvurulması bu kavramı üzerine basılması hayli güç kaygan bir zemine taşıyor. Ulus - devletini geç ve parçalanmanın ardından kurmanın getirdiği kaygı ve endişelerin, kozmopolit bir toplumsal yapının gerçekliği karşısında daha da tırmanmasıyla Türkiye coğrafyasında milliyetçiliğin daha da kaygan bir zemin üzerinde olduğu iddia edilebilir.
Bununla birlikte milliyetçi ideolojinin, konjonktürel olarak komünizm, irtica, Kürtler, gayrımüslümler olarak ifade bulan tehditler karşısında birlik ve bütünlüğe çağıran bir ideoloji olarak önemli bir referans kaynağı teşkil ettiği açık görünüyor.
Türkiye coğrafyasında milliyetçilik 19. yy. sonlarından itibaren resmi ideolojinin temel harcı oldu. Toplumu oluşturan bireylerden "laik, modern, çağdaş vatandaşı" yaratma ülküsü ise okul, askerlik gibi vatandaşlık pratiğini belirleyen kurumsal mekanizmalar aracılığıyla sürdürüldü. Vatandaşlığın hak ve özgürlüklere erişmenin aracı değil, ödevlerin ifasına vesile olması, bir yandan içerirken bir yandan dışlaması toplumu dönüştürürken, gündelik yaşam pratikleriyle toplumun da etki ettiği, böylece içini farklı şekillerde doldurduğu milliyetçilik(ler)i yarattı.
TEHDİT ALGISI VE MİLLİYETÇİLİK
Bugün milliyetçilik adı verilen referans kaynağına "devletin bekasına yönelik tehditler" karşısında yeniden başvuruluyor. Var olduğu iddia edilen tehditlerin adları aynı: irtica, bölünme. Bu tehditler karşısında üretilen milliyetçilik neredeyse bir refleks halinde sorun olarak telakki edilenin - dindarların, başörtülü kadınların, Kürtlerin, Ermenilerin, aykırı söz edenin - ötekileştirerek dışlanması bu da yetmediğinde cebren susturulması ile sürüyor. Ancak, Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç tarafından kaleme alınan ve TESEV yayınlarından çıkan "Milletin Bölünmez Bütünlüğü": Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler) başlıklı çalışmanın da ortaya koyduğu gibi bu kez bütünleştirmek yerine parçalayan milliyetçilik(ler) ile karşı karşıyayız.
Bu durumu özellikle son on yıldır Kürtlerin, Ermenilerin, başörtülü kadınların hak taleplerinin ve adalet istemlerinin belki de daha görünür olması karşısında "mevcut durumu koruma adına" saldırganlaşan ama öte yandan farklı veçhelerine rağmen sıradanlaşan milliyetçilik pratikleri üzerinden takip etmek mümkün. O nedenle bugün hem konjoktürel olarak değişen tehdit algılarına karşı üretilen; hem de gündelik hayatta bir strateji olarak araçsallaştırılan, Çorum'da farklı Erzurum'da farklı hafızalardan beslenen ve ideolojiden ziyade bir ruh hali olarak ifade bulan milliyetçiliklerden bahsediyoruz.
BİREYLERİN MİLLİYETÇİLİĞİ
TESEV Demokratikleşme Programı bünyesinde yürütülen Algılar ve Zihniyet Yapıları projesinin son ayağını teşkil eden ve 20 Haziran Çarşamba günü düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna tanıtılan bu çalışma, milliyetçiliği tartışmaya alışık olduğumuz bir biçimde kurulan ve doktrine edilen bir ideoloji olarak ele almıyor. Projektörünü topluma çevirerek, bireylerin milliyetçiliğin üzerinde seyrettiği kaygan zeminde nasıl konumlandığına ve milliyetçiliği kendi meşreplerince nasıl yeniden ürettiğine bakıyor.
Bu konumlanmalar, milliyetçiliğin ötekileştirerek dışladığına ilişkin varsayımımızı doğrulamakla yetinmiyor, aynı zamanda milliyetçiliğin mutlak, homojen ve her durumda aynı şekilde işlev kazanan bir ideoloji olmadığını da ortaya koyuyor. Mutlak değil, çünkü konjonktürel olarak esniyor veya daralıyor. Homojen değil ve aynı şekilde işlev kazanmıyor, çünkü bu ideolojinin vatandaşlar tarafından emilme dereceleri o vatandaşların kendi belleklerine, sosyo-ekonomik durumlarına, gelecekten beklentilerine, kendilerini içinde tanımladıkları kimliksel aidiyetlere göre farklılaşıyor. Ve son olarak bu konumlanmalar kaygan bir zeminde seyrediyor çünkü arkaplanında küreselleşmeyle birlikte sınırların belirsizleşmesi, sosyo-ekonomik ve siyasi dengelerin değişmesi; ancak bunun karşısında ulusal kimliğin yeniden üretiminde karşılaşılan sıkıntılar ve hiçbir şekilde kurala bağlanamayan toplumsal değişimin sancılarını ve güvensizliğini barındırıyor.
Bugüne kadar Türkiye'de milliyetçilik üzerine üretilen analizlerin zımnen de olsa bireyin öznellik potansiyelini hesaba katmadığını, milliyetçiliği "hikmeti devletten menkul" bir ideoloji olarak ele aldığı düşünülecek olursa bu çalışmanın "hikmeti kendinden menkul" bir sosyolojik gerçekliğe bakarak milliyetçilik tartışmalarına artı bir değer kazandıracağını söylemek mümkün.
Bununla birlikte bu araştırmanın ortaya koyduğu gibi özellikle yakın dönemde milliyetçiliğin sıradanlaşırken saldırganlaşan görüntüsünün arkasında hangi toplumsal motivasyonların yattığının ayırdına varmak tek başına yeterli görünmüyor. Entelektüel anlamda aynı dili konuşan, aynı dertleri paylaşan bizlerin bu farkındalıktan hareketle neredeyse bir yüzyıldır milliyetçiliğin "birlik ve bütünlüğün muhafazası" için çimento olarak nasıl servis edilebildiğini sorgulamamız, kendi dilimizi de bu farkındalıktan hareketle gözden geçirmemiz gerekiyor. Ve devam ederek milliyetçiliğin sürekli olarak siyaseten projelendirilmesine, can almasına, can yakmasına karşı sesimizi yükseltmemiz hayati derecede önem taşıyor.
Derya Demirler / 22 Haziran 2007
TESEV Demokratikleşme Programı Program Asistanı Derya Demirler'in bu yazısı, 22 Haziran 2007 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde yayımlanmıştır.
Milliyetçiliğe her zaman "devletin bekasına yönelik tehditler" karşısında başvuruluyor. Bu tehditler ise hep aynı: irtica, bölünme
Özellikle son on yıldır sosyal bilimlerin gözde konularından biri olan milliyetçilik üzerine bugüne kadar çok sayıda teori ve söz üretildi. Milliyetçiliğin bir ideoloji olarak birbirinden çok farklı tarihleri, kültürleri, dertleri, hayalleri olan bireyleri bir arada tutmak için bir çimento işlevi gördüğü argümanının bu teorileri birleştiren bir ön kabul olduğu söylenebilir. Bir yanda toplumu birleştirici niteliğine vurgu yapılarak arkasında durulan milliyetçiliğe, öte yanda toplumsal anomalileri veya infial hallerini açıklamak için başvurulması bu kavramı üzerine basılması hayli güç kaygan bir zemine taşıyor. Ulus - devletini geç ve parçalanmanın ardından kurmanın getirdiği kaygı ve endişelerin, kozmopolit bir toplumsal yapının gerçekliği karşısında daha da tırmanmasıyla Türkiye coğrafyasında milliyetçiliğin daha da kaygan bir zemin üzerinde olduğu iddia edilebilir.
Bununla birlikte milliyetçi ideolojinin, konjonktürel olarak komünizm, irtica, Kürtler, gayrımüslümler olarak ifade bulan tehditler karşısında birlik ve bütünlüğe çağıran bir ideoloji olarak önemli bir referans kaynağı teşkil ettiği açık görünüyor.
Türkiye coğrafyasında milliyetçilik 19. yy. sonlarından itibaren resmi ideolojinin temel harcı oldu. Toplumu oluşturan bireylerden "laik, modern, çağdaş vatandaşı" yaratma ülküsü ise okul, askerlik gibi vatandaşlık pratiğini belirleyen kurumsal mekanizmalar aracılığıyla sürdürüldü. Vatandaşlığın hak ve özgürlüklere erişmenin aracı değil, ödevlerin ifasına vesile olması, bir yandan içerirken bir yandan dışlaması toplumu dönüştürürken, gündelik yaşam pratikleriyle toplumun da etki ettiği, böylece içini farklı şekillerde doldurduğu milliyetçilik(ler)i yarattı.
TEHDİT ALGISI VE MİLLİYETÇİLİK
Bugün milliyetçilik adı verilen referans kaynağına "devletin bekasına yönelik tehditler" karşısında yeniden başvuruluyor. Var olduğu iddia edilen tehditlerin adları aynı: irtica, bölünme. Bu tehditler karşısında üretilen milliyetçilik neredeyse bir refleks halinde sorun olarak telakki edilenin - dindarların, başörtülü kadınların, Kürtlerin, Ermenilerin, aykırı söz edenin - ötekileştirerek dışlanması bu da yetmediğinde cebren susturulması ile sürüyor. Ancak, Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç tarafından kaleme alınan ve TESEV yayınlarından çıkan "Milletin Bölünmez Bütünlüğü": Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler) başlıklı çalışmanın da ortaya koyduğu gibi bu kez bütünleştirmek yerine parçalayan milliyetçilik(ler) ile karşı karşıyayız.
Bu durumu özellikle son on yıldır Kürtlerin, Ermenilerin, başörtülü kadınların hak taleplerinin ve adalet istemlerinin belki de daha görünür olması karşısında "mevcut durumu koruma adına" saldırganlaşan ama öte yandan farklı veçhelerine rağmen sıradanlaşan milliyetçilik pratikleri üzerinden takip etmek mümkün. O nedenle bugün hem konjoktürel olarak değişen tehdit algılarına karşı üretilen; hem de gündelik hayatta bir strateji olarak araçsallaştırılan, Çorum'da farklı Erzurum'da farklı hafızalardan beslenen ve ideolojiden ziyade bir ruh hali olarak ifade bulan milliyetçiliklerden bahsediyoruz.
BİREYLERİN MİLLİYETÇİLİĞİ
TESEV Demokratikleşme Programı bünyesinde yürütülen Algılar ve Zihniyet Yapıları projesinin son ayağını teşkil eden ve 20 Haziran Çarşamba günü düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna tanıtılan bu çalışma, milliyetçiliği tartışmaya alışık olduğumuz bir biçimde kurulan ve doktrine edilen bir ideoloji olarak ele almıyor. Projektörünü topluma çevirerek, bireylerin milliyetçiliğin üzerinde seyrettiği kaygan zeminde nasıl konumlandığına ve milliyetçiliği kendi meşreplerince nasıl yeniden ürettiğine bakıyor.
Bu konumlanmalar, milliyetçiliğin ötekileştirerek dışladığına ilişkin varsayımımızı doğrulamakla yetinmiyor, aynı zamanda milliyetçiliğin mutlak, homojen ve her durumda aynı şekilde işlev kazanan bir ideoloji olmadığını da ortaya koyuyor. Mutlak değil, çünkü konjonktürel olarak esniyor veya daralıyor. Homojen değil ve aynı şekilde işlev kazanmıyor, çünkü bu ideolojinin vatandaşlar tarafından emilme dereceleri o vatandaşların kendi belleklerine, sosyo-ekonomik durumlarına, gelecekten beklentilerine, kendilerini içinde tanımladıkları kimliksel aidiyetlere göre farklılaşıyor. Ve son olarak bu konumlanmalar kaygan bir zeminde seyrediyor çünkü arkaplanında küreselleşmeyle birlikte sınırların belirsizleşmesi, sosyo-ekonomik ve siyasi dengelerin değişmesi; ancak bunun karşısında ulusal kimliğin yeniden üretiminde karşılaşılan sıkıntılar ve hiçbir şekilde kurala bağlanamayan toplumsal değişimin sancılarını ve güvensizliğini barındırıyor.
Bugüne kadar Türkiye'de milliyetçilik üzerine üretilen analizlerin zımnen de olsa bireyin öznellik potansiyelini hesaba katmadığını, milliyetçiliği "hikmeti devletten menkul" bir ideoloji olarak ele aldığı düşünülecek olursa bu çalışmanın "hikmeti kendinden menkul" bir sosyolojik gerçekliğe bakarak milliyetçilik tartışmalarına artı bir değer kazandıracağını söylemek mümkün.
Bununla birlikte bu araştırmanın ortaya koyduğu gibi özellikle yakın dönemde milliyetçiliğin sıradanlaşırken saldırganlaşan görüntüsünün arkasında hangi toplumsal motivasyonların yattığının ayırdına varmak tek başına yeterli görünmüyor. Entelektüel anlamda aynı dili konuşan, aynı dertleri paylaşan bizlerin bu farkındalıktan hareketle neredeyse bir yüzyıldır milliyetçiliğin "birlik ve bütünlüğün muhafazası" için çimento olarak nasıl servis edilebildiğini sorgulamamız, kendi dilimizi de bu farkındalıktan hareketle gözden geçirmemiz gerekiyor. Ve devam ederek milliyetçiliğin sürekli olarak siyaseten projelendirilmesine, can almasına, can yakmasına karşı sesimizi yükseltmemiz hayati derecede önem taşıyor.
nihal- Mesaj Sayısı : 21
Kayıt tarihi : 08/03/08
Yaş : 39
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz